KONUŞAN BEDEN

LACAN SEMPOZYUMU 2022

Freud’dan beri bedenin nasıl dilden etkilendiğini biliyoruz. Histerideki konversiyonlar bunun kanıtıdır. Psikanalizin ilk dönemlerinde Freud tedavi olarak hipnozu yani öznenin bedenini ötekinin sözlerine teslim ettiği bir yöntemi kullanıyordu. Bu kısmen etkiliydi çünkü kimse bedeninin mutlak efendisi değildi. Bunun bir diğer kanıtı olarak ise kaygının ortaya çıktığı durumlar gösterilebilir. Çünkü kaygı ortaya çıktığında ve bedende deneyimlendiğinde, özneye bedeninin mutlak kontrolünün kendisinde olmadığını ve iradesinin ötesinde bir şeylerin etkisi altında olduğunu gösterir.

Lacan’a yönelik pekte haklı olmayan eleştirilerden biri de teorisinde bedene yer vermediğidir. Oysaki Lacan konuşan varlığın bedeniyle olan ilişkisiyle teorisinin ilk dönemlerinden itibaren ilgilenmiştir. Bunu kanıtı ise ayna evresidir. Ayna evresi nedir? Özne kendi görüntüsünü üstlenir fakat onu ancak dışardan gelen bir imge olarak edinilebilir. Bu işlem ise yalnızca Ötekinden gelen simgesel bir anlamlandırma ile mümkündür. Böylece öznenin imgesi ve Ötekinden gelen simgesel arasında özne kimliğini kurabilir ve bedeninin gerçekliği deneyimleyebilir. Yani imge ve onu tanımlayan gösteren arasında bir bağlantı kurulur. Ayna evresi neden önemlidir? Çünkü bizde kendimizin organizma olarak zihinsel bir imgesine sahip değiliz ve bu speküler imgenin kurulması gerekmektedir. İşte onun inşasına Lacan ayna evresi demişti.

Yine de bu, imgeyle gösterenin birbirine bire bir bağlandığı bir işlem değildir. Geriye simgesele geçemeyen, orada tariflenemeyen bir şey kalır çünkü özneye dair her şeyin imgeye dönüşmesi mümkün değildir. Özne öte yandan bir şey kaybetmiş gibidir. Ve üstelik bu kaybettiği nesneyi de kaybetmeye mahkumdur. Bu yüzden de onu hep Ötekinde aramaya devam eder. Bu kayıp onun arzusunun nedeni olan bir nesne olur. Lacan buna yabancılaşma diyecektir. Bu sayede özne kurulduğu gibi Öteki de kurulur. İşte bu önemli viraj beden etrafında şekillenir.

Lacan Fantezinin Mantığı seminerinde (XIV. Seminer) ( Le corps c’est l’Autre) “beden Büyük Ötekidir” der. Bu formülasyon bu noktaya kadar konuştuklarımızla örtüşmüyor gibi görünür. Beden tamamen kontrolümüzde olmadığından ve özne bunun zaman zaman fark ettiğinden ötürü ortada bir ikili bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Yani insan dünyaya geldiğinde aslında bedeni tam olarak oluşmamıştır. Öyleyse psikanalizde beden dediğimizde biyolojik olarak belli bir olgunluğa gelmiş olan somadan farklı bir şeyden bahsediyoruz. Beden dil organizmanın içine işlediğinde, simgesel onda vücut bulduğunda beden olur. Böylece organlar sessizleşir ve bedeni oluşturur. (Schreber ya da Joyce için ya da az sonra bahsedeceğim kadın hastam için bu mümkün olmamıştır.) Öte yandan bu önerme (beden Büyük Ötekidir) bedenin aynı zamanda öteki bedenlerle de bir bütün olduğu şeklinde anlaşılabilir (ordunun bir üyesi olan beden, akademinin bir üyesi olan bir beden, lgbt olarak tanımlanan beden…). Özne kendisini böyle tanımlamayı kabul ettiğinde bedenini diğer bedenlerle birlikte sınıflamış olur. Lacan yine Fantezinin Mantığı seminerinde (L’Autre c’est l’ensemble des corps ) Öteki bir bedenler bütünüdür der. 

Özne bedenin tüm kontrolüne sahip değilse de onun efendisi olmak için elinden geleni yapar: örneğin sağlıklı beslenir, yoga yapar, koşar ve güncel söylemin ona önerdiği ve önermediği her yolu kullanabilir. Yani hükmetmesini sağlayacak bir gösteren arar. Bir söylemin mümkün olabilmesi için beden gerekir. Efendi söylemini düşünelim. Efendi ile kölesi arasındaki ilişkiyi belirleyen söylemdir. Efendinin köleye kölenin ise efendiye ihtiyacı vardır. Çünkü biri diğer olmadan olamaz. Üstelik aralarındaki ilişki efendinin kölenin bedeni üzerindeki hakimiyetinde dayanır. Söylemle bedenin ilişkisi de böyledir. Köle, köle olduğu için özgürlüğünden mahrumdur. Efendinin efendi olmasını sağlayan da budur. Üstelik efendinin jouissance’ı da köleye bağımlıdır. 

O yüzden de tüm söylemler beden üzerinden işler. Örneğin bekaretin önemi konusunda olduğu gibi. Buna bir başka örnek olarak bilim söylemi verilebilir, bedene dair esas bilgiye sahip olduğunu düşündüğünden, bilim söylemi bedenin efendisi olduğunu iddia eder. Ya da Charcot histerik hastalarını hipnotize ettiğinde onların bedenleri üzerinde söylem aracılığıyla bir etkiye sahipti diyebiliriz. Bu mümkündür, çünkü histerik Ötekini tamamlamayı, onun eksiğini gidermeyi amaçlar. Bedenini bu açıdan onun hizmetine sunar ama aynı zamanda kendini onun arzusunun ne olduğunu farz ediyorsa ona göre şekillendirmeye çalışır. Anoreksikte bedenini kontrol etmek isteyen bir öznedir. Fakat genellikle anoreksiğin Ötekiyle ilişkisi histerikten biraz daha farklıdır. Çünkü analizin mümkün olması için öznenin bölünmüşlüğünün bir ifadesi olan bir semptomun ve onun getirdiği ızdırabın özne tarafından anlatılması gerekir. Eğer anoreksik hiç ile besleniyor ve kimseden hiçbir şey istemiyorsa ve analiste yönelen bir sorusu yoksa yani onun söyleminin histerikleşmesinden bahsedemiyorsak, analiz nasıl mümkün olabilir? Psikotiğin bedeni ise acı çeker çünkü simgeselden ve fallustan bunun dindirmek için yararlanamaz.

Konuşan beden ne demek?  Freud psikanalizi bilinçdışı üzerine temellendirmişti. Lacan freudcu bilinçdışından yola çıktı. Ve bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır dedi. Bu basitçe söylemek gerekirse bilinçdışının maddesinin kelimeler olduğu anlamına gelir. Öznenin sözleri dilin içine infiltre olur. Bu yüzden de freudcu bilinçdışı lapsuslar, eksik edimler ve esprilerle oluşan bu dildir. İşte bunların içinde öznenin hakikati ortaya çıkar. Freudcu bilinçdışının maddesi ya da materyali dilin içinde fragmanlar, parçalar halinde kendisini gösterir ve gelip bedene yerleşir, kaydolur, izini bırakır, hatta onu kat eder. Bu yüzden de beden Ötekinin mahallidir. O yüzden de beden onun içine işleyen bu etki nedeniyle konuşur. (Fakat bunu asla son dönemlerdeki güncel söylem bağlamında söylemiyorum. Bedenimizi dinleyelim, o bizimle konuşuyor gibi anlaşılmamalıdır.) Bu bedenin dil tarafından istila edildiği, öznel anlamlandırmalarla, jouissance ile ve affektlerle kuşatıldığı anlamına gelir. 

Lacan konuşan varlık parletre kavramı bu yüzden ortaya atar: Beden, dil ve jouissance’ın ilişkisinden ötürü. Bir bedenin keyif alabilmesi için onun gösterenle ilişki içinde olması gerekir. Bu düzenlemeyi sağlayan babanın-adı ise, babanın-adının men edildiği yapı olarak psikozda jouissance konumlanamaz. Jouissance psikotiği işgal eder, ona acı verir ve bu olanları ele almayı sağlayacak fallik bir anlamlandırma mümkün olamaz. Jouissance psikotiği halüsinasyonlarla istila edebilir.

40 yaşlarında şizofren bir kadın hasta eski patronunun ona piller içirdiğini ve bu pillerle onu kontrol ettiğini düşünüyordu. Bu hezeyan uzun yıllardır devam etmekteydi fakat gündelik yaşamını hastane yatışından 10 gün öncesine kadar sorunsuz bir şekilde sürdürebilmekteydi. Bir sabah uyandığında camdan Galata kulesini gördüğünü, kim olduğunu bildiğini ama kendi ellerini, ayaklarını tanıyamadığını söyledi.  Son haftalarda anksiyetesi gittikçe artmıştı ve artık yuttuğu pillerle ilgili ( özellikle de kaç tane olduğu konusunda kafası karışıktı) emin olamıyordu. Yatışı sırasında boğazının delindiğini, orada bir delik olduğunu ve acile gitmek istediğini söylüyordu. 

Boğazındaki delik konusundaki kesinlik hep devam etti. Bunu herkesin gördüğünü düşünüyordu. Ona bakıyorlardı. Kendi imgesiyle arasındaki bağlantı böyleydi. Bu yüzden deliğin kapatılması için farklı doktorlara gitmeyi planlıyordu. Bazen bu belirtiye başka bedensel belirtilerde eşlik ediyordu. Pillerin bedeninde kalıcı hasarlar vermesinden endişe ediyordu. Manyetik alanlarla ilgili endişeleniyordu. Onları nasıl içmiş olduğunu bilemese de varlıklarından emindi. Öte yandan patronunun bundan çıkarının ne olduğuna emin olamıyordu. Bazen onu dinliyor olabileceğini çıkarsıyor ve bazı sesler duyuyordu. 

Onun bedeniyle ve jouissance ile ilişkisi böyleydi. Boğazındaki deliğin görülmesi ona yönelik bakışla ilgilidir.  Ötekine atfedilen kötücül bakış ona yönelmektedir. Onu dinleyen patronun sesi ona gelmektedir. Simgesel bir aracılık mümkün olmadığından, bakış nesnesi bir sese dönüşmektedir ve gerçekte geri gelmektedir. Simgesel de kendine bir sığınak bulamadığı için bakışın gerçeği ile karşı karşıya gelir. Yaşadığı ızdırap bununla ilgilidir ve bedeni parça parça olmaktadır (corps morcelé). Bununla baş etmek için doktorlardan yardım ister, psikiyatristlerin doktora gitmesini engelledikleri düşünür ve yardım istemek için psikiyatrik serviste zorunlu yatışı sırasında polisi arar. Kastrasyon özne için jouissance’ı konumlar ama babanın-adı men edilmişse ve kastrasyon kaydedilememişse özne için imgesel, simgesel ve gerçeği birbirine bağlamak mümkün olmaz. Bedende deneyimlenen jouissance perseküsyon hezeyanları ile yorumlanmaya çalışılır, gerçeklik içinde bir yer bulmayı dener. Boğazındaki deliği kapatmak için hezeyanın kesinliğinden yararlanmaya çalışır. 

Bu hezeyanlı beden konuşan bir bedendir. Sözlerle ilişkili bir bedendir. Onun bedeniyle olan ilişkisi aynı zamanla ötekiyle de perseküsyon içeren ilişkisini belirlemektedir. Bedeni üzerinden edindiği kesinlik onun için jouissance’ı konumlayabileceği bir yer sağlar. 

Peki beden neden sözlerden etkilenir? Lacan buna Encore Seminerinde cevap verir: bu bir sır, bir gizemdir. (C’est un mystere.) “Bu bilinçdışının sırrıdır” der. Gösterenler iletişim için gereklidir, düşünceler için ve hatta zincirlerinden koptuklarında delilik için gerekliler.  

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s